Monday 23 February 2015

Takva [2006 - imdb: 7.5]




Erkan Can, beğendiğim oyuncular arasındadır ve içinde yer aldığı işlerin kalitesini hep beğenmişimdir. Hani bazı absürd reklam filmlerinde çok saygın olduğunu düşündüğümüz ses sanatçılarını veya oyuncularını gördüğümüzde "Belli ki bu sıralar pek para kazanamıyor." diye yorum yaparız ya; sanki Erkan Can için bu yorumu hiç yapmayacakmışız gibi geliyor. Kendisi bu film ile 2006'da 43. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almıştır ve de fazlasıyla da haketmiştir. Ben filmi izlemekte her ne kadar geç kalmış olsam da...

Erkan Can, dünyevi olandan kendini sakınan ve kendini ibadete adayan Muharrem karakterini canlandırıyor. Kendi minicik dünyalarında uhrevi olanı yaşayan insanlar oldukça renksiz, neşesiz, sessiz ve tebessümsüz ifade edilmiş. Tasavvufu bu çizgide yaşayan insanlar çok iyi resmedilmiş. Dergahın kira gelirlerini toplamakla görevlendirilen Muharrem, kendini sakındığı dünyevi olan tükakalarla karşılaştıkça verdiği tepkiler izleyene kendini sorgulatıyor. Biz dünyevi olanlarla içiçe yaşarken "Acaba kötü olanı mı yapıyoruz?" dedirtiyor. Yani Muharrem senaryonun istediğini çok iyi hissettiriyor.

Kadının ve çocuğun az yer aldığı filmlerden rahatsız olmuşumdur hep. Bu senaryonun gereği budur, kabul ediyorum ve haklıdır da. Gördüğümüz tek kadın karakterin - şeyhin kızı - türbanının da gayet dikkat çekici bir pembe olması da pek manidar ve pek de zekice değil midir?

Sunday 17 August 2014

Before Sunrise (1995) - Before Sunset(2004) - Before Midnight(2013) - Definitely smart screenplays...



In first two movies, Jesse and Celine are young, passionate, romantic and it is fun to listen to their smart conversations during the whole movie and it makes you feel smart too in a way. They aren't responsible for anything, they don't live together or aren't married or don't have any kids. Therefore, they are absolutely free from the realities of the real life or grown-ups's lives. However, in Before Midnight, they are kind of married since they live together - they don't have to posses a legal document showing they are bound to one another - and they have twins, which means they come face to face with middle age responsibilities: raising kids, taking them to school and picking them up from the school, cooking and a great deal of other things they need to do. Jesse seems satisfied with his life, maybe because he is a writer and he doesn't have to follow a routine of 8 am and 6 pm. On the other hand, Celine has to follow that cycle and she is upset about dealing with everything about the house and the girls and feels trapped like a typical housewife. Then you get that the idea of that your sense of freedom and being passionate about anything will disappear because of being married and having kids. It doesn't matter whether your are the wife and the husband. It may not be the case for you, though.

Sunday 5 January 2014

The Hobbit - The Desolution of Smaug



The dragon talked too much...


The second instalment of Peter Jackson's fantasy trilogy based on JRR Tolkien's book absolutely is an entertaining adventure tale and will be a blockbuster.

Peter Jackson and everyone working for the movie have done a great job and presented it to us. It's artistically and intellectually beautiful to watch a two hour 40 minutes running movie.

However, I wish it was possible to watch a normal version of it other than the 3D version at the cinema. I also wish the dragon wouldn't speak that much. Perhaps it isn't fair to talk like that because I haven't read the book. But this is how it made me feel.


Sinekli Bakkal - by Halide Edip Adıvar


Okumak için geç kalmışım...

Kimden duydum hiç hatırlamıyorum ama daha lisedeyken bu kitabın çok sıkıcı olduğunu duymuştum ve uzun yıllar bırakın okumayı kitapevlerinde gezinirken elime alıp karıştırmayı bile reddetmiştim. Önyargılı olmakla ne büyük hata etmişim. Belki de 1935'te Londra'da yayımlandığı ismiyle yani Soytarı ve Kızı adıyla basılsaydı, bende oluşan ya da başka insanlarda sadece adından dolayı oluşan önyargının önüne geçilebilirdi. 

1935'te yazılan kitap dönemi itibariyle Osmanlıca kelimeler içeriyor, fakat Halide Edip Adıvar gayet duru bir dille yazdığı için anlaması hiç de zor değil. Yine de gerek görülürse, anlaşılmama ihtimali olan kelimeler hemen aşağıda verilmiş. 

II. Abdülhamit döneminde siyasi ve toplumsal doku, küçük hafız Rabia'nın yaşamıyla doğru orantılı olarak sanat çerçevesinde işlenmiş. Doğu ve batı kültürleri Rabia'nın hafızlığı, Peregrini'nin piyanosu, Mevlevilik, Kız Tevfik ve diğer karakterlerle çok iyi harmanlanmış. 

Küçük hafız bir kızın, genç bir kadın olmasını ve bu süreçte yaşadıkları ancak bu kadar sürükleyici ve eğlenceli anlatılabilir. 


Monday 16 September 2013

The Raven



A madman inspired by Edgar Allen Poe's stories...


If you like Poe's stories, mystery and thriller, save time for this movie. John Cusack shows again what a great actor he is. The scenario is well-written. However, when you find out who the killer is, you feel like naive because you can't guess before although you can actually.

Bright Star


Neden sanatçının değeri ölümünden sonra bilinir? 


Sahnelerin renkleri, mevsimlerin büyüleyici görüntüleri, çiçeklerle dolu bahçelerde yapılan yürüyüşler o kadar güzel aktarılmış ki, "Acaba 19 yüzyılda İngiltere'de mi yaşasaydım." diyor insan. Melankolik bir havası var, evet ama yine de çok güzel. Filmin büyük estetik kaygılarla çekildiği ve bunun için büyük çaba harcandığı çok açık ve izlerken sanki 19 yüzyıl tablolarının sergilendiği bir müzedeymişsiniz gibi hissediyorsunuz.

Ölümünün ardından en iyi İngiliz romantik şairlerinden kabul edilen John Keats’in son üç yılını ve Fanny Brawne ile yaşadığı aşkı anlatan film yine fakir ve hasta iki Zonguldaklı şairi anlatan Kelebeğin Rüyası’nı hatırlatıyor. Sanki sanatçılar hep ölümlerinden sonra değer görüyor. Ya güzel olan şey kaybedilince anlaşılıyor ya da ölüm, sanatçının var olan esere daha kıymet bilen gözlerle bakılmasına neden oluyor.


Thursday 14 March 2013

Tavan Arasındaki Buda - by Julie Otsuka


Bir Amerikan rüyası...


Birbirinden genç Japon kadınların büyük bir yanılgıyla başlayan Amerika rüyası çok güçlü bir gözlem ve empati ile yazılmış. Belli ki yoğun bir de araştırma yapılmış. Sanırım bu araştırmanın sonucu olarak da belgesel tadında bir yazım ortaya çıkmış. Karakterlerle düzenlemiş bir hikaye örgüsü olsaydı eminim ki daha çok keyif  alırdım. Bir de arka kapağında kitap hakkındaki herşey yazılmış, kitabın içinde okuyacak bir sürprizi kalmamış. Bu durumda, sürpriz bekleyen edebiyat okuru için eğlenceli bir seçim değil ama Japon kadınlar hakkında araştırma yapıyor olan bir akademisyen için biçilmiş kaftan.